Yolculuğumuz, Nepal’e … Önce Katmandu vadisi ve şehirlerini gezeceğiz, sonra Pokhara vadisi, ve Annapurna dağ silsilesine doğru yapılan bir
gezimiz daha olacak. Bir Hindu Krallığını ziyarete gidiyorum. Tabii ki,
Hindu-Budist karışımı tapınakları da gezeceğiz. Dünyanın 14 adet, 8000 metrenin üzerinde zirvesi var ve bunlardan 8
tanesi Nepal sınırları içinde. Beni oraya çeken şey başlangıçta bu
dağlar ve Himalayalar oldu. Rüyamdaki dağ köyünü arıyorum ya… Ama
başlangıçta demek daha doğru galiba çünkü burada günler geçtikçe
duygularım ve gördüklerim beni dağlardan ziyade ülkenin kendisiyle,
toprağıyla, insanıyla, doğasıyla, gizemiyle içiçe olmaya çağırdı. Ben
bu turla geri dönmek istemiyorum galiba. Gezi sürdükçe gitgide artan bir
merakla yaklaşıyorum çevreme, biraz daha uzun kalsam mı?
Katan’dayım...
Katan, Katmandu vadisindeki üç büyük kentten biri. 300 yıldır kralını
bekliyor Nepal halkı! Krişna’yı beklemek gibi… Halkın çok sevdiği bu
kralla ilgili efsanesi gerçek olsun ya da olmasın gerçekten duymaya
değer. Bana nedense Bagavatgita ’yı çağrıştırdı efsaneleri. Hinduların
Brahman anlayışı, Upanişadlar
dönemi, eski Veda Panteonu ne kadim bilgiler… İnsanı günlük yaşamın
içinden çekip alıveriyor, sonsuzun içine atıyor sanki. Nasıl da sızarlar
her efsanenin içine...soluk gibi! Soluğu içine çekince destanda
canlanıyor yüreğimde…
Hinduların Mahabarata Destanı’nın bir eşi daha yazılmadı. Ezoterik bir
bilgi olan Mahabarata Destanı’nda insan ruhunun beden içindeki macerası,
mücadelesi, kendini tanıma yolunda verdiği savaşı simgesel olarak
anlatılır. Duygusallığın fayda ama çoğunlukla da zararları konusunda
sanki ilkeler tanıtılır.
Yüce
Efendinin şarkısı olan Bagavatgita ’da, benlik maskelerinin sık sık
değişimi, değişimle yaşam değerlerinin yitişi, insanoğlunun değişimlere
kolay alışamaması çok ince bir sembolizmle anlatılır. Mahabarata
Destanı’nda, Krişna ve Arcuna iki ana kimliktir. Krişna sahneye Arcuna’nın arkadaşı kimliğiyle çıkar, ardından inisiyatör olarak gözükür
daha sonra da mistik bir kimlik haline dönüşür; destan ilerledikçe,
Evrensel ruh ile özdeş olan bir ve tek tanrı görünümüne bürünür. Kaynağı
mitolojik ve ezoterik de olsa, Krişna-Vasudeva-Mahabarata’nın büyük bir
bölümünde, bize böyle görünür yani büyüye büyüye, genleşe genleşe en
yüce ruhsal kimlik haline dönüşen bir varlığın gelişimini tanımlar.
Krişna bu büyümeyi ve genişlemeyi ya doğrudan doğruya ya da Narayana-Vişnu
ile özdeşleşerek gerçekleştirir. Sonra destanın bir yerlerinde, özünde
Krişna ile Arcuna aynı kişi olduğunu hissedersiniz. Arcuna’dan Krişna’ya
geçiş herkesin ortak yazgısıdır bu destanda…Soru soran Arcuna birgün
Krişna olacaktır. Şimdi gezip dolaştığım bu bölgede de aynı kokuyu
aldım. Belki bu çağrışım yalnız benim için ama olsun, bu da zaten benim
yolculuğum…
Bu yabansılık, ilkellik aynı zamanda mistik hava, yoksullukla
tapınakların ihtişamı arasındaki çelişki insanda tümüyle paradoks
duygusu yaratıyor. Ve günlük rutin şuur halinden sıyrılıveriyorsun,
hemde meskalin almaya filan gerek kalmadan. Castaneda’nın
romanlarında, ruhsal yolcular, farklı bir şuur hali yaşamak ve şaman
eğitmenin ne dediğini anlamak için çok kullanırlardı otları ama
burada buna hiç gerek yok. Oksijen öyle fazla ki, otomatik olarak yeni
bir şuur haline geçiveriyorsunuz. Günümüz medeniyetinden apayrı bir
havası olan gizemli ve mistik ortam insanı içe dönmeye sürekli çağırıyor
sanki…
Yüksek tepelerdeki sonsuz kar nedeniyle hava hep soğuk olacak sanıyor
insan ama hiç de öyle değil, daha aşağıda kalan bölgelerde ılıman bir
hava var yani Nepal ılık bir iklime sahip. Ne güzel!...
Havanın soğuk olduğu ekimden kasıma kadar, ülke ziyaret için en uygun
zamandır dediler turizm şirketinden. Ben de tamam dedim. İşte şimdi tam
zamanı değişimimin!… Gecenin dondurucu soğuğu, güneşin parlamaya
başladığı zaman 10-25 C º arası değişebiliyor. Rehberin Nepal ile ilgili
verdiği bilgileri dinliyorum ama sanki sesi uzaktan geliyor.
Derinlerimde beni çağıran o şeyi duyuyorum sanki ya da çağrısı çınlıyor
kulaklarımda…
Rehberimiz anlatıyor; “Nepal oldukça fakir bir ülke. Tarım dışında
hemen hiç bir üretimi yok. Her şey Hindistan'dan ithal ediliyor. Rehberimizin değdiğine göre tek elle tutulur gelir kaynakları turizm.
Turistler yoğun olarak dağ yürüyüşü, salcılık ve safari yapıyorlar.
Ülkenin güneyi kıraç, kuzeyi ise dağlarla kaplı. Bu nedenle halk,
tarıma elverişli olan orta kısım vadilerinde yerleşmiş.
Hayat şartları çok zor Nepal’de diye devam ediyor. Paralarının alım
gücü çok az. Yani açıkçası Rupi'nin durumu çok acıklı. Bir örnek vermek
gerekirse, milletvekili maaşı iki yüz dolar, normal çalışanların maaşı
ise kat kat düşük elbette. 1990'larin başında sembolik bir krallığın
yanı sıra demokratik yönetime geçmişler ancak kısa sürede sistem
yozlaşıvermiş.
Nepal dünyanın en çok fakirlik yardımı alan ülkesiymiş, ayrıca büyük
de bir turizm geliri var. Ancak bu gelirler nereye gidiyor, bilinmiyor
anladığımız kadarıyla. Her yıl binlerce insanin ödediği vizelerin, Annapurna
koruma bölgesi projesi giriş ücretlerinin, safari ve trekking
ücretlerinin halk üzerinde hiç bir olumlu etkisini gözlemleyemiyoruz, grubumuzla birlikte ve sesli düşünüyoruz. Cık cık
sesleri çıkıyor, gruptan. Yollar hala bozuk, insanlar hala çok fakir,
erozyonun yıktığı köy okulları hala tamir bekliyor. Sanırım Nepal’da
turizm gelirleri akıllıca kullanılmıyor. Bizim grup arkadaşları ile
bunları konuşuyoruz, bu hepimizin ortak kararı. Şansım yaver gitti de bu
grupta kafama uygun insanlar var, sohbet etme imkanı bulabiliyorum… İki
arkadaş buldum bile...
Anladığım kadarıyla inanç ve mistik öğeler çok önemli Nepal’da.
İnsanlar çok dindar ve inançlı. Yalnız Hinduizm ve Budizm o kadar içiçe
girmiş ki, bu iki inanç arasında ilk başta bir ayrım yapamıyorsunuz. İki
öğretiyi de biraz tanımak ya da bilerek gitmek gerek Nepal’e gezi anlam
kazansın. Sizi alıp bir ruhsal yolculuğa götürsün. Tapınakları kuralları
birbirinden farklı olmasına rağmen, özellikle Hindular Budizmi kendi
dinlerinin bir parçası olarak kabul ediyorlar. Budizmin kurucusu
Buda’nın, kendi tanrılarından birinin reenkarnasyonu yani tekrar doğuşu
olduğuna inanıyorlar. Hindu mabetlerine o dinden olmayanlar giremiyor
ama Budist tapınaklar herkese açık. Budizmin yüksek toleransı bize umut
verdi ve gruptaki arkadaşlarla tapınakların, rahiplerin bile gitmeye
çekindiği, en kutsal noktalarına kadar tırmandık. Her şeyi görmek,
anlamak ve ruhumuza sindirmek ihtiyacımız o kadar yoğundu ki… Buna ben
bile şaşırdım. Sadece merak mı dedim içimden yoksa bu insanlarda benim
gibi bilerek ya da bilmeyerek kişisel menkıbelerini mi aramaya gelmişler
buraya?
İlk gençlik yıllarımdan hatta çocukluğumdan beri gizemci araştırmacı
ve felsefi bir yapım olduğu için Doğu Dinlerini ve kültürlerini
araştırmaktan hep zevk duymuştum. İşte şimdi onları gruptakilerle
paylaşmanın tam zamanı diye düşündüm. Budizm ile ilgili aklımda kalan
temel bilgileri paylaştım. Onlar da bu geziyi tesadüfen yapmadıklarından
bazı yerlerde katkıda bulundular, rehberimiz de hiç durmadan tüm
bildiklerini anlatmaya devam ediyordu. Gerçek bir ruhsal ve kültür
yolcuğu olsun diye uğraşıyorduk sanki, gülümsedim içimden. Hep böyle
midir turlar dedim, rehbere. Yok dedi. Sizin grup çok meraklı, çok
istekli, bana da iyi geldi, kendimi işe yarar hissettim, anlattıkça
anlatmak istiyorum. her zaman böylesine bende rastlamıyorum. Benim
şansımmış, evren çağrımı duydu da dedim. Ne dediğimi anlamadan tatlı
tatlı gülümsedi… Ve anlatmaya devam etti.Daha doğrusu hep birlikte
anlattık. Biraz o biraz biz…
Bugün Katmandu’nun en güzel şehri olan Bhaktapur’dayız. Bhaktupur’un
o olağanüstü havası da bizi alıp götürüyor buralardan, tarihe ve geçmişe
uzanıyoruz sanki. Bir tapınağın merdivenlerine oturduk, hem dinlenip hem
rehberimizi dinlemeye devam ettik. Az sonra gün batacaktı. Havanın tatlı
kızıllığı her yerden görülebilen karlı Himalaya zirveleri o kadar
anlamlı bir atmosfer yaratıyordu ki, az sonra hepimiz kendimizi birer
küçük buda zannetmeye başlayabilirdik… Ve rehberimiz o güzel sesi ile
bizi de arasına alarak anlatmaya başladı.
|