Zaman
enerjisinin zamanın kullanım alanlarının, insanın şuuru ve
algılama kapasitesi ile bağlantısı çok fazla. O yoğunluk,
derinlik, hafiflik, yatay/dikey/paralel akış, her insanın
kullandığı kendine ait zaman enerjisine bağlıdır. İnsanların
kendisini ayrı bir fert zannetmesi, küreselliği, bütünlüğü
fark edip yaşayamaması da yine şuurunun tabi olduğu zaman
yoğunluğundan, kabalaşmasından kaynaklanmaktadır.
Bencillik, çok benlilik de yine insanın, zaman enerjisinin
yoğun etki alanları olan kaba seviyelerinden kaynaklanıyor.
Yani insan, hareketlerine, düşüncelerine ve meydana getirdiği
şuur durumlarına göre zaman enerjisinin farklı seviyedeki
vibrasyonlarına, titreşimlerine tabi oluyor. Zaman enerjisinin
az yoğun bulunduğu alanlarda varlıkların şuur seviyeleri çok
genişlediği gibi, zaman enerjisinin çok yoğun olduğu
alanlardaki insanların şuur seviyeleri daralır.
Zaman enerjisinin titreşimlerinin
ince-seyreltik veya yoğun oluşuna göre yeni
"Enkarnasyon
(Doğum)
Yasaları"
devreye girmektedir. Zaman
enerjisinin yoğunluğuna bağlı olarak meydana gelen ortamların
imkanlarına göre o mekana doğacak olacak varlıklar belirlenir.
Her varlığın kendine has bir zaman yoğunluğu olduğu gibi, her
evrim ortamının da kendine has genel bir zaman yoğunluğu
bulunur.
Buradaki zaman yoğunluğundan kastedilen şey, zaman enerjisinin
görünümleri, diğer enerjilerle olan kombinasyonudur. Ay'da
mevcut olan enerji yoğunluğuyla Dünya'daki enerji yoğunluğu
farklıdır. Doğal olarak başka bir gezegende yaşayan
varlıklarla, Dünya gezegeninde yaşayan varlıkların enerji
yoğunlukları birbirinden farklıdır. Ama bu demek değildir ki,
ince seviyeli bir zaman enerjisinin baskın olduğu bir mekanda
yaşayan bir varlık dünya gezegenine adapte olamaz. Bu noktayı
anlamak için spiritüel açıdan
‘Doğum’
konusunu gözden geçirmemiz
yararlı olabilir.
Varlığın doğumuyla beraber şuurunun daralması veya enerjisinin
azaltılması. Aslında bu kavramın altında yatan konu zaman
enerjisiyle yakından alakalı olabilir. Yani
enkarnasyonu zaman enerjisi
açısından değerlendirdiğimizde, mekanını tam olarak
bilemediğimiz ruh varlığı, tabi olduğu zaman enerjisinin
seviyesi yoğunlaştığı zaman dünyanın
spatyomuna konsantre olarak yeryüzüne doğmayı seçer.
Dünyaya doğmak, daha özgür bir tanımla varlığın zaman
enerjisinin farklı yoğunluklarındaki
geçişleridir diye de düşünebiliriz. O zaman şu soruyu
soralım. Doğum her zaman fiziksel olmak zorunda mıdır? Aynı
beden içindeyken de farklı farklı
anlayışlara geçtiğimizde, her
birinde yeniden doğmuş olmaz mıyız?
Öyleyse
“ölüm
yok, sürekli yeniden doğuşlar var”
diyen mistikler ve Doğu Bilgeleri
haksız mı?
Yaratılış
enerjilerinin bir bileşkesi olan insanın şuurunda meydana
gelen küçük bir hareketin dahi bizlere göre en basit, en
sıradan olarak değerlendirilen bir hareketin dahi içinde
bulunduğumuz zaman yoğunluğundan çıkarılıp daha farklı zaman
enerjisi yoğunluk alanlarına aktarıldığında
ya da başka bir paralel evrenin
zamanında, aklımızın alamayacağı izdüşümleri olabileceğini
hiç düşündünüz mü?
“Bir sineğin kanat çırpışının,
evreni titreştirmesini”
bir de bu açıdan değerlendirmekte
yarar var. |